Nazım Hikmet Kimdir? Hayatı ve Şiirleri
15 Ocak 1902’de Yunanistan Selanik’te dünyaya gelen Türk Edebiyatı’nın Mavi Gözlü Dev’i Nazım Hikmet, 3 Haziran 1963 yılında Rusya Moskova’da sabah gazetesini almak için dışarı çıktığında gazeteyi alırken kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti.
“Romantik Devrimci” ve “Gülen Yüzlü Adam” olarak da anılan Nazım Hikmet, komünist bir üniversitede okumuş olmanın etkilerini tüm yaşantısında ve yapıtlarında göstermiştir. Şiire kendini adamış olan şair, edebiyat dünyasına adını altın harflerle yazdırmıştır. Nazım Hikmet, devrimci nitelikli şiirleri ve özellikle de karmaşık aşk hayatı ile adından çokça söz ettirmiştir.
Nazım Hikmet’i yalnızca yazdığı şiirlerden biliriz. Ve deriz ki “vay be, ne derin adammış!” Ama onu gerçekten hissedebilir miyiz? Pek mümkün değil. Nazım Hikmet’in yaşantısını ve kişiliğini yalnızca yazarak anlatmak zordur. Aynı zamanda bu derin şairi anlamak da zordur. Çünkü Nazım Hikmet’in yaşadığı hasreti çözümlemek her yiğidin harcı değildir. Hayatının yarısından fazlasını sürgünde ve hapishanede geçirmiş olan Nazım Hikmet’in duygularının bu kadar derin olmasını sorgulamamak gerek. Biz ne onun gibi Tahir olabildik, ne de sevdası gibi Zühre… Yani Nazım Hikmet’i anlatmak da anlamak kolay değildir, fakat ben elimden geldiğince size ondan bahsedeceğim.
Konu İçeriği
Nazım Hikmet Kimdir?
Türk Edebiyatı’nın Gülen Yüzlü Adam’ı Nazım Hikmet, 1901 yılında dünyaya gelmesine rağmen 40 gün için 1 yaş fazla gözükmesin diye kimlikte 1902 doğumlu olarak kaydedilmiştir. Selanik’te dünyaya gelen Nazım Hikmet, oradan ayrıldıktan sonra bir daha hiç dönmedi. Çünkü kendisinin de hep söylediği gibi, geri dönmeyi sevmeyen biriydi.
Nazım Hikmet’in annesi Celile hanım ve babası Hikmet Nazım Bey, aydın fikirli insanlardı. Nazım Hikmet, adını babası ve dedesi Nazım Paşa’dan almıştır.
İlkokul eğitimini Göztepe Taş Mektebi’nde tamamlayan Nazım Hikmet, şimdiki adıyla Galatasaray Lisesi’nden mezun olmuştur. Hayatının belirli bir döneminde ticaretle uğraşmak istese de başarılı olamayıp daha sonra memurluğu denemiştir fakat hiçbir zaman memurluğu sevememiştir. Daha sonra şairlik ruhu daha baskın gelmiş ve Türkiye dahil dünyanın birçok yerinde adından söz ettiren bir şair olmayı başarmıştır. Nazım Hikmet, şairlik ruhunu annesi ve dedesinden almıştır.
Nazım Hikmet’in Çocukluğu
Nazım Hikmet’in çocukluğunda askeri disiplininin yüksek olduğu söylenemezdi. Nazım Hikmet zeki, orta derece çalışkan, kıyafetlerine pek özen göstermeyen, sinirli fakat ahlaki açıdan iyi bir öğrenciydi. Şiiri çok seven ve aklı fikri şiirde olan bir çocuktu. İlk şiirini tam 12 yaşındayken yazdı. Memleketine bu kadar bağlı olan şair, haliyle ilk şiirini de memleketi hakkında yazdı. İlk şiirinin içeriğinde denizcilerin kahramanlıkları vardı. Nazım’ın sonraki yazacağı yüzlerce şiir de ilk şiiri gibi vatanı hakkında olacaktı. Tabi o zamanlar bunun bilincinde miydi bilinmez.
Nazım Hikmet’in memleketi hakkında yazdığı ilk şiirini bir aile toplantısında Bahriye Nazırı dinledi ve şiiri o kadar beğendi ki, o gece Nazım’ın Bahriye memleketine gönderilmesi kararı alındı. Daha sonra Nazım Hikmet, Heybeliada Bahriye Mektebi’ne gönderildi. Fakat Nazım’ın tüm düşünceleri hâlâ şiir üzerineydi.
İlginizi Çekebilir: Ölümsüz Şair Nazım Hikmet Sözleri ve Şiirleri
Nazım Hikmet’in Yunan Bayrağını Sökmesi
1921 yılıydı. Çöküş döneminde olan Osmanlı işgal edilmişti. Vatanım demekten başka bir şey bilmeyen Nazım ise henüz 19 yaşında gencecik bir çocuk… Bir gün camiinin tepesinde Yunan bayrağını gördü. Bu durumu yakıştıramayan şair, gizlice bayrağın asılı olduğu çatıya tırmandı ve Yunan bayrağını söktü. Ardından hislerini dizelere şöyle döktü;
“Havsalam almıyordu bu hazin hali önce
Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce
Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım;
Allahımın ismini daha çok candan andım.
Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen!
Böyle sokaklarda ki, anası can verirken,
Işıklı kahvelerde kendi öz evladı var…
Böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldırımlar,
En kirlenmiş bayrağın taşıyor gölgesini,
Üstünde orospular yükseltiyor sesini.
Burda bütün gözleri bir siyah el bağlıyor,
Yalnız senin göğsünde büyük ruhun ağlıyor.
Kendi elemim gibi anlıyorum ben bunu,
Anlıyorum bu yerde azap çeken ruhunu
Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen
Bir teselli bulurdun ruhumu görebilsen!
Ey bu caminin ruhu: Bize mucize göster
Mukaddes huzurunda el bağlamayan bu yer
Bir gün harap olmazsa Türkün kılıç kınıyla,
Baştan başa tutuşsun göklerin yangınıyla!”
Nazım Hikmet’in Komünizmle Tanışması
Nazım Hikmet, Batum üzerinden Moskova’ya geçtiğinde bir komünist üniversitede iktisat eğitimi almaya başladı. Moskova’da devrimin ilk yıllarına denk gelmesi haliyle komünizmle de tanıştı. Nazım Hikmet, komünizmle tanışana kadarki süreçte şiirlerini hep klasik tarzda yazıyordu fakat komünizmle tanıştıktan sonra ve Rusya’daki fütürist yazarların da etkisiyle şiirlerinde yeni bir tarza geçmeye başladı. Daha sonra Türkiye’ye dönen Nazım Hikmet, Aydınlık Dergisi’nde yazmaya başladı fakat şiirleri ve yazılarından dolayı tam 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bu kararın ardından Nazım Hikmet Rusya’ya geri döndü. Buna rağmen aklı hâlâ memleketinde kaldı.
Memleket hasretiyle savaştıktan sonra af kararından yararlanarak Türkiye’ye geri dönmeyi başardı. Bunun üzerine gelir gelmez yeniden tutuklandı. Tekrar serbest kaldığında maddi durumu hiç iyi olmadı. E doğal değil miydi? Bir tutuklanıyordu, bir geri serbest bırakılıyordu. Bu durumun ardından şu dizeleri söyledi;
“Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.”
Nazım Hikmet Düzenlenen Kumpas Sonucu Tutuklandı
Nazım Hikmet, 1933 ve 1937 yılları arasında tekrardan tutuklandı. Fakat asıl darbeyi bu tutukluluk sona erdiğinde alacaktı. Ve henüz bunun farkında değildi… 1938 yılında “orduyu ve donanmayı isyana teşvik” suçundan tam tamına 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Bu olayın kumpas olduğu biliniyordu fakat kanıtları yıllar sonra bulundu. Ardından şu dizeleri söyletecek günler başladı;
“İçerde mektup beklemek,
Yanık türküler söylemek bir de,
Bir de gözünü tavena dikip sabahlamak
Tatlıdır ama tehlikelidir.”
İlginizi Çekebilir: Özdemir Asaf Kimdir? Eserleri ve Şiirleri
Mustafa Kemal Atatürk’ten Yardım İstemesi
Haksız yere tutuklanan Nazım Hikmet, çok kötü günler geçiriyordu. Bu iftirayı aklayabilmek için tek güvendiği inkılapçı olan Mustafa Kemal Atatürk’ten yardım istemeye karar verdi. 18 Ağustos 1938 yılında Nazım Hikmet’in tutuklandıktan sonra Atatürk’e yazdığı mektup şöyleydi;
“Türk Ordusunu ‘isyana teşvik’ ettiğim iddiasıyla 15 yıl ağır hapis cezası giydim. Şimdi de Türk Donanmasını ‘isyana’ teşvik etmekle töhmetlendiriliyorum. Türk inkılabına ve senin adına and içerim ki suçsuzum. Askeri isyana teşvik etmedim… Deli, serseri, mürteci, satılmış, inkılap ve yurt haini değilim ki bunu bir an olsun düşünebileyim. Askeri isyana teşvik etmedim. Senin eserine ve sana, aziz olan Türk dilinin inanmış bir şairiyim. Sırtıma yüklenen ve yükletilebilecek hapis yıllarını taşıyabilecek kadar sabırlı olabilirim. Büyük işlerinin arasında seni bir Türk şairinin felaketi ile alakalandırmak istemezdim.
Bağışla beni. Seni bir an kendimle meşgul ettimse, alnıma vurulmak istenen bu ‘inkılap askerini isyana teşvik’ damgasının ancak senin ellerinle silinebileceğine inandığımdandır. Başvurabileceğim en inkılapçı baş sensin. Kemalizm’den ve senden adalet istiyorum. Türk inkılabına ve senin başına and içerim ki suçsuzum.”
Nazım Hikmet’in Serbest Bırakılması
Nazım Hikmet’in atılan iftiradan aklanabilmesi konusunda tek ümit ettiği kişi Atatürk’tü. Fakat Atatürk o dönemde ölüm döşeğindeydi… Bu nedenle Nazım Hikmet’in tek umudu Atatürk, mektubu okuyamadan ebediyete göçtü. Nazım Hikmet, daha çok uzun yıllar parmaklıklar ardında kalacaktı.
Nazım Hikmet, tam 13 yıl tutuklu kaldı. Mavi Gözlü Dev’in yazıları 30-40 farklı dile çevriliyorken 1938 ve 1968 yılları arasında kendi dilinde ve ülkesinde yasaklandı.
Yaşantısını ve fikirlerini hürce yazma amacı güderek sunduğu eserleri sebebiyle hapishaneye atıldığı, ve o eserleri okuyanların da ceza aldığı bir dönem… Ve bu dönemde “Nazım Hikmet şiiri okuyor” denilen herkes Nazım Hikmet ile aynı koğuşta kaldı. Daha sonra çıkan af yasası ile hapishanede Nazım Hikmet, dışarıda ülkenin aydın kesimi açlık grevi yapmaya başladı. Daha sonra açlık grevi işe yaradı ve 15 Temmuz 1950 tarihinde geri kalan cezası affedilerek serbest bırakıldı.
Nazım Hikmet Yeniden Memleketine Hasret Kaldı
Nazım Hikmet, kalp hastalığına yakalandığı bir dönemdeydi. Çok zorlayıcı olan bu dönemde birdenbire bir haberle -yasal yükümlülüğü olmadığı halde- 46 yaşındayken askere çağırıldı. Nazım Hikmet, bu haberin ardından öldürüleceğini anladı ve daha iki buçuk aylık oğlunu, aşkını bırakmak zorunda kaldı ve tüm ömrü boyunca “vatanım” diyen şair, yeniden vatanına veda etmek zorunda kaldı.
İlginizi Çekebilir: Türk Edebiyatının Kilit İsmi Sabahattin Ali Sözleri ve Şiirleri
Nazım Hikmet Vatan Haini İlan Edildi
Nazım Hikmet, öldürülmemek için kaçmak zorunda kaldığı ülkesinden Moskova’ya yeniden dönünce, inanılmaz bir coşku ve kalabalıkla karşılandı. Fakat içindeki memleket hasreti yakıp kavurdu. Tüm dünya tarafından samimiyetle benimsenmesine rağmen ülkesinde barındırılmadı ve hasretle bir ömür geçirdi. İstanbul’a doğru dönüp iç çeken şair, 25 Temmuz 1951 tarihinde vatan haini ilan edilerek Türk vatandaşlığından çıkarıldı. Nazım Hikmet, memleket hasretini şu dizelerle özetlemiştir;
“Memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,
Şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,
enfarktında yüreğimin,
alnımın çizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim…”
Nazım Hikmet Vatan Haini Olduğunu Kabul Etti
Vatan hasretiyle yanıp tutuşan Nazım Hikmet, vatan haini ilan edildikten sonra kendi de bunu kabul etti ve ardından şu dizeleri söyledi;
“Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.”
Nazım Hikmet’in İlk Eşi Nüzhet Hanım
Nüzhet Hanım ve Nazım Hikmet çocukluk arkadaşıydılar. Sokakta karşılaştıklarında başlayan konuşma, zamanla bir sevdaya dönüştü ve evlendiler. Ardından Nüzhet Hanım’ın hastalanması, onun ailesinin yanına dönmesini gerektirdi. Aradan uzun zaman geçtikten sonra yeniden İstanbul’a döndüğünde Nazım Hikmet evliliklerinin devam etmesini istedi. Fakat Nüzhet hanım bunu kabul etmedi. Nedeni ise Nazım Hikmet’in ailesinin onu istememesiydi. Bu durumun üzerine Nüzhet Hanım şunları söyledi;
“Reddimin bir sebebi vardı. Nâzım’ın annesiyle halasının bana soğuk bakmalarıydı. İşittiğime göre bunlar Nâzım’a: ‘Bu gözleri küçük kadınla niçin evlendin?’ demişlerdi. Bu evliliği eleştiriyorlar. Ona, bu gözleri küçük kadından bir an evvel ayrıl diyorlardı. Bu ve benzeri söylentileri duydukça, Nâzım ile evliliğimin devam edemeyeceği düşüncesi bende hâkim oldu.”
“Eğer Nazım’ı unutamayacaksan ona dön” diyen Servet Bey’in sözlerinin ardından Nazım’a dönmeyeceğini söyleyerek Servet Bey’le kalmayı seçen Nüzhet Hanım, şeriat usulüne uyarak evlendi.
Hal böyle olunca Nazım, en iyi bildiği şey olan şiire yöneldi. Ve “Mavi Gözlü Dev” şiirini Nüzhet Hanım’a yazdı.
“O mavi gözlü bir devdi,
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan bir ev.
Bir dev gibi seviyordu dev,
Ve elleri öyle büyük işler için
hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan evin.
O mavi gözlü bir devdi,
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan eve.
Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan ev…”
Piraye’nin Nazım’ı
Nüzhet Hanım’ın ayrılık acısını uzun zaman atlatamayan Nazım, kız kardeşinin arkadaşı olan “kızıl saçlı kadın” Piraye ile tanışır. Bu öyle büyük bir aşktır ki, birbirlerinin yaralarını öperek iyileştirirler ve evlenirler. Fakat ne yazık ki bu büyük aşk, Nazım’ın uzun yıllar hapse mahkum edilmesiyle büyük bir hasrete dönüşür. Bu ayrılık birbirlerine olan aşklarını daha da körükler. Daha sonra Nazım, Piraye’ye kendisinden boşanmasını söyler. Ardından Piraye’den ömür boyunca unutamayacağı şu cevabı alır;
“101 yıla mahkûm olsan bile ben senin arkandayım, bunu böyle bil… “
Tüyleri diken diken eden bu aşk, zamanla etkisini kaybetmeye başlar ve Nazım aradığı aşkı başka ilişkilerde bulmak ister. Gururu incinen Piraye, Nazım’ın hayatına 2 farklı kadının girmesine rağmen aşkından vazgeçemez ve onu affetmek zorunda kalır.
Nazım’ın Piraye’yi Terk Ediş Mektubu
Nazım Hikmet tutukluyken Fransa’dan dönen akrabası Münevver’i görüp ona aşık olunca Piraye’yi bir mektupla terk eder.
“Piraye
Aramızdaki münasebetlerden birisi olan fakat zaten bilfiil çoktandır mevcut bulunmayan ve daha senelerce de mevcut olamayacağı anlaşılan karı kocalık münasebetimizi, kadın erkek münasebetimizi tasviye etmemiz, kesmemiz gerekiyor. Bunun icap ettiğini uzun muhakemelerden nefsimle yaptığım işkenceli müsahabelerden sonra anladım. Ve sana bir gün bile fazla yalan söylememek için bu münasebetin artık kesilmesi gerektiğini işte hemen yazıyorum.
Sen yine benim en yakın insanımsın. En yakın dostum ve arkadaşımsın. Çocukların çocuklarımdır. Bu tarafımızda hiçbir şeyin değişmeyeceğine inanıyorum. Fakat artık karı kocalığımız devam edemez. Bu bağımızı bağlarımızdan ancak bir tanesi olan bu münasebetimizi kesmemiz lazım geliyor. Sana yolladığım bu mektupla beraber ben karı koca münasebetimizin kesilmesi için gereken yerlere müracaatımı da yapmış bulunacağım.
Bütün bu olan biten şeye rağmen yakın iki insan olarak kalacağımızı biliyorum. Benim başım sıkıştığı zaman hapiste olayım, dışarıda olayım yine sana koşacağım. Sen de öyle bana koşacaksın. Ömrümün en güzel senelerini, en iyi eserlerini sana borçluyum. Onlar manen ve maddeten senindir. Şimdilik Allah’a ısmarladık. Beni affet bile demiyorum. Her şeye rağmen beni herkesten ziyade anlayacak olan insanın yine sen olduğuna eminim. Ellerinden öperim.”
Nazım Hikmet
Bu mektubun ardından iki çocukla sefalet içerisinde hasretle sevdiğinin yolunu bekleyen Piraye adeta yıkılır. Fakat ne çare, artık Nazım yoktur. Ne gariptir ki Nazım için hiçbir kadın Piraye gibi olamayacaktır.
Nazım ve Münevver Hanım’ın Aşkı Filizlendi
Hapishanede tutuklu kaldığı dönemlerde Münevver Hanım Nazım’ı görmeye gidiyordu. Derken birbirlerine aşık oldular ve Nazım af çıkacak umuduyla Münevver Hanım’ı eşinden boşanmaya ikna etti. Daha sonra eşinden boşanma kararı alan Münevver Hanım, büyük aşkıyla evlenmeyi heyecanla bekliyordu. Bu sırada Piraye Hanım gururlu davranıp tek celsede boşandı fakat hâlâ Nazım’ın sevdiği kadını merak ediyor ve öğrenmek istiyordu. Fakat öğrenmeyi başaramadı. Derken Münevver Hanım Nazım’ın çıkmayacağını anlayınca bu riski göze alamayıp eşinden boşanmaktan vazgeçti. Nazım, hem Münevver’in acısıyla hem de kendisini deliler gibi seven Piraye’yi kaybetmenin acısıyla yeniden şiirler yazmaya başladı.
“Pirayem Kızıl saçlı bacım benim,
Seni arkadan bıçakladım. Bir damlası benim damarlarımdaki bütün kana bedel kanınla boyandı ellerim. Yeryüzündeki hiçbir insan hiçbir insana benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır. Bütün bunlara rağmen gel. Sana “Gel” diyecek kadar yüzsüz ve alçaksam ne halt edeyim öyleyim işte. Fakat gel. Oğlumuz Memet’in başı için gel ve ben kalan ömrümde ona layık bir baba olmak fırsatını kazanabileyim. Senin yüzüne nasıl bakabileceğimi bilemiyorum.
Seninle karşılaştığım anda ayaklarının dibine yıkılacağım belki. Belki de sadece bayrağını kendi eliyle düşmana teslim etmiş bir hainin cesaretiyle yüzüne bakmaya çalışacağım. Belki de tek kelime söylemeden gözlerimi iskarpinlerine dikip oturacağım. Fakat gel. Hayatım yalnız kendime ait olsaydı gebermeyi çoktan tercih ederdim. Kendi ferdiyetimden, fizyolojimden, kafamın deli hasta tarafından öylesine nefret ediyorum. Fakat yaşamam lazım. Beni affetmek için değil, beni oğlumuz, kızımız ve onlar gibi iyi namuslu insanlarımız için yaşatmak için gel ve bir daha da yalnız bırakma. Eteklerinden öperim.”
Piraye çok gururlu bir kadındı ve bu mektupları cevapsız bıraktı. Ardından Nazım oğlu Mehmet’e mektuplar yazmaya başladı. Piraye ziyaretine gelmezse intihar edeceğini de söyleyince Piraye çocuklarını alarak görüşe gitti. Fakat ne eski Piraye ne de eski Nazım kalmıştı…
Piraye ile yeniden birlikte olamayacağını anlayan Nazım, açlık grevine başladı ve sağlığı kötü duruma gelince hastaneye kaldırıldı. Özel afla serbest bırakılabileceğini anlayan Nazım, Münevver Hanım ile yeniden görüşmeye başladı. Piraye hastaneye kaldırılan Nazım’ı ziyarete gidince içeriye Münevver Hanım girer. Nazım’ın aşık olduğu kadının o olduğunu anlayınca hemen hastaneyi terk eder. Bu Nazım’ın Piraye’yi son görüşü olur.
Yeniden tutuklama kararı çıkınca Rusya’ya kaçan Nazım, arkasında 3 yıllık aşkı Münevveri ve oğlunu bırakır. Sevdiği kadının ve oğlunun hasretini çeken Nazım, bu sefer Galina adında bir doktorla birlikte olur. Galina’ya aşk şiirleri yazmasa bile en uzun ilişkisi onunla olur.
Nazım Hikmet’in Tutkulu Aşkı Vera
Münevver’in hasretini çektiği sıralarda Galina adındaki doktorla yaşamaya başlayan Nazım, karşısına yeni bir aşkın çıkacağının henüz farkında değildir.
Uzun yıllar Galina’yla birlikte yaşadıktan sonra 1955 yılında Vera isimli bir kadınla tanışır fakat beklemediği bir sorun vardır. Vera evli ve çocuklu bir kadındır. Yıldırım aşkıyla Vera’ya bağlanan Nazım, onu eşinden kıskanmaya ve boşanmaya ikna etmeye çalışır. Başını döndüren bu kadın, ondan otuz yaş küçüktür. Nazım Hikmet’in şiirlerine konu olan kadın artık Vera’dır. Bu süreçte Nazım, 8 yıl süren ilişkinin ardından Galina’yla boşanma kararı alır ve 1960 yılında boşanırlar. Fakat Vera’nın kocasından ayrılma süreci bu kadar kolay olmaz. Zorluklarla geçen yılların ardından Vera da kocasından boşanır ve Nazım, ilk gördüğü günden beri aşık olduğu kadınla nihayet kavuşur. Nazım, artık şiirlerini “saman sarısı saçlı kadın” Vera’ya yazmaya başlar.
“Gelsene dedi bana
Kalsana dedi bana
Gülsene dedi bana
Ölsene dedi bana
Geldim,
Kaldım,
Güldüm,
Öldüm…”
Nazım Hikmet’in Kol Saatinde Ne Yazıyordu?
Nazım Hikmet, büyük aşkı Piraye’ye “Senin adını kol saatimin kayışına yazdım Piraye” demişti. Fakat kol saatinde Vera yazdığı gün aşk da öldü.
Nazım Hikmet’in Vasiyeti
Nazım Hikmet, yaşadığı her şeyi yazıyordu ve hatta cenaze merasimi hakkında bile şiir yazdı. Nazım Hikmet’in bir vasiyeti de vardı. Vasiyetini şiir dizelerine şöyle döktü;
“Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
Ölürsem kurtuluştan önce yani,
Alıp götürün
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni.
Hasan beyin vurdurduğu Irgat Osman yatsın bir yanımdaVe çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
Kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.
Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,
Seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
Tarlalar orta malı, kanallarda su
Ne kuraklık, ne jandarma korkusu.
Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
Toprağın altında yatar upuzun,
Çürür kara dallar gibi ölüler,
Toprağın altında sağır, kör, dilsiz.
Ama bu türküleri söylemişim ben daha onlar düzülmeden,
Duymuşum yanık benzin kokusunu
Traktörlerin resmi bile çizilmeden.
Benim sessiz komşulara gelince,
Şehit Ayşe’yle ırgat Osman
Çektiler büyük hasreti sağlıklarında
Belki de farkında bile olmadan yoldaşlar,
ölürsem o günden önce yani,
-öyle gibi de görünüyor-
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni
Ve de uyarına gelirse,
Tepemde bir de çınar olursa
Taş maş da istemez hani…”
Nazım Hikmet’in Ölümü
Eti kemiği hasrete bürünmüş Türk Edebiyatı’nın Mavi Gözlü Dev’i, sabah gazetesini almak isterken hayatını kaybetti. Memleketi ve sevdiklerinin hasretiyle yarım ömürden fazla yaşamaya çalışan ve bu hasretlere dayanan kalbi, bu sefer dayanamadı. Sınırsız ve sınıfsız kardeş sofrasına oturmayı hayal eden Nazım Hikmet, 3 Haziran 1963’te Rusya’da ebediyete uğurlandı. Köy mezarlığına gömülmeyi vasiyet eden Nazım Hikmet, Anadolu’nun bir köyünde değil, Moskova’da kahramanlar mezarlığına defnedildi. Bunca kederi ve zincirleri aşmış olan Nazım’ın böyle dokunaklı şiirler yazmasına şaşmamalı…
Nazım Hikmet Hakkında Sık Sorulan Sorular
Nazım Hikmet Türk mü?
Nazım Hikmete göre babası Türktür fakat annesi Alman, Fransız, Çerkez, Polonya ve Gürcü kökenliydi.
Nazım Hikmetin Boyu Kaç?
15 Ocak 1902 tarihinde dünyaya gelen Nazım Hikmet, 1.56 cm boyunda ve oğlak burcu olan ünlü bir yazar ve şairdir
Nazım Hikmet Hangi Edebi Akımdan Etkilenmiştir?
Millet ve vatan aşkıyla yanıp tutuşan Nazım Hikmet, haliyle toplumcu gerçekçilik ve fütürizm akımından etkilenmiştir.
Nazım Hikmetin Kol Saatinde Ne Yazıyordu?
Nazım Hikmet, büyük aşkı Piraye ye senin adını kol saatimin kayışına yazdım Piraye demiştir. Fakat kol saatinde Vera yazdığı gün aşk da öldü.